Süregelen Sessizlik: Osmanlı’nın Son Dönem Kadın Hareketinden Günümüz Türkiye’sine Kadınların Susturulması

                                                                  

Kadınların susturulması yalnızca bireysel bir sessizlik dayatması değil, tarih boyunca farklı dönem ve rejimlerde kendini tekrar eden kolektif bir toplumsal strateji olmuştur. Osmanlı’nın son döneminde başlayan kadınların görünürlük mücadelesi, bugün Türkiye’de hâlâ farklı araçlarla bastırılmaya çalışılmaktadır. Bu yazı, geçmişten bugüne uzanan bu sessizliğin sürekliliğini ve kadınların buna karşı geliştirdiği direniş yollarını tartışmayı amaçlamaktadır.
 

Kadınların Sesi Neden Hep Rahatsızlık Uyandırır?
 

Tarih boyunca kadınlar yalnızca ses çıkardıkları için değil, nasıl, nerede ve ne söyledikleri için de sorgulanmıştır. Kadının sözünü bastırma isteği, bireysel tepkilerden öte siyasal, toplumsal ve kültürel düzeyde işleyen sistematik bir susturma politikası olarak varlığını sürdürmüştür.

Kadının sesi çoğu zaman bir tehdit olarak algılanmış; bu algı sadece geçmişin kalıntısı değil, günümüzün de somut gerçeğidir.
 

Osmanlı’da Susturma: Bir Politika, Bir Gelenek

  1. yüzyılın sonlarında Osmanlı kadınları, gazeteler, dergiler ve dernekler aracılığıyla ilk kez örgütlü biçimde kamusal alanda görünürlük kazandılar.

Fatma Aliye, Emine Semiye, Selma Rıza gibi öncü isimler yalnızca yazmakla kalmadı; kadınlara biçilen toplumsal rolleri sorguladılar. Ancak II. Meşrutiyet’in ilanı dahi kadınlar için eşit yurttaşlık getirmedi.

Kadınların hâlâ:

  • Siyasete katılımı yasaktı.
  • Yayınları sansürleniyordu.
  • “Makbul kadın” tanımı dışında kalanlar dışlanıyordu.
     

Ataerkil düzen, kadının bedenini, haklarını ve yaşamını belirli kalıplara uydurdukça onu “kabul edilebilir” kılıyor, aksi durumda susturuyordu. Bu, yalnızca erkeklerin değil, devletin ve toplumun ortak kararı haline gelmişti.

Bugün: Yöntemler Değişti, Susturma İsteği Aynı Kaldı

  1. yüzyılda kadınlar oy kullanıyor, üniversiteye gidebiliyor, iş yaşamında yer alıyor. Ancak bu haklar, özgürce konuşabildikleri anlamına gelmiyor. Susturma taktikleri biçim değiştirse de niyet aynı kalıyor:
  • Sosyal medya linçleri
  • Dijital tacizler
  • Mahkeme celpleri
  • Üniversitelerden ihraçlar

Bugün kadının sesi doğrudan yasaklanmasa da hâlâ “fazla”, hâlâ “rahatsız edici” görülüyor.

 

Sessizliği Stratejiye Dönüştüren Sistemler
 

Modernleşmeyle birlikte susturma biçimleri de modernleşti. Eskiden sansürle yapılan engellemeler, bugün algoritmalar, linç kültürü ve toplumsal baskılarla sürdürülüyor.

En sık karşımıza çıkan söylemler ise tanıdık:

  • “Toplumu germeyin.”
  • “Aile yapımız zarar görüyor.”
  • “Kadın kısmı bu kadar konuşmaz.”

Tüm bunlar, kadının sesini belirli bir forma sokma çabasının güncel versiyonlarıdır. Susturma hâlâ sistematik, çok katmanlı ve kadın kimliğini “yerli yerine oturtma” arzusuyla iç içe devam etmektedir.

 

Sonuç: Kadının Sesi Kolay Susturulmaz, Ama Hep Susturulmak İstenir
 

Kadınların susturulması, tarih boyunca süreklilik gösteren bir olgudur. Ancak aynı süreklilik, kadınların direnişinde ve söz üretiminde de vardır.

Her dönemde kadınlar konuşmanın yeni yollarını bulmuş, susturma isteğini boşa çıkaran kolektif bir hafıza yaratmıştır. Bugün bu hafızaya sahip çıkmak, yalnızca kadınların değil; adalet, eşitlik ve özgürlüğün yanında duran herkesin görevidir.

 

Resim
X